Sunday, March 4, 2018

MS'e havuzun dışından bir bakış

    TLC de yayınlanan İÇİMİZDEKİ Canavarlar programı çok ilginç bir program, izlemediyseniz bir göz atın derim. İzlediğim bölümlerdeki ortak nokta vücuda giren parazitlerin ilk önce her zaman gözü vurması. ilginç olan  Multiple Skleroz Hastalığıda ağırlıkla ilk önce gözü vuruyor.

   MS in hala ne sebeple oluştğu bulunmuyor, bulunamıyor?MS nedir?
    Bilinmeyen bir sebeple vücutta Omurilik ve beyinde oluşan plaklar sebebiyle sinirlerden ve beyinden geçen elektrik akımının (sinir iletimi) Kaçağa ve kesintiye uğraması. Bundan dolayı da sinir iletişimi ile İşleyen vücudumuzun doğru işleyemez hale gelmesi.  Örneğin: bacakları ve elleri tam kullanamama, yada hiç kullanmama,  bazi organlarda hissizlik, Deri üzerinde hissizlik, uyuşma,karincalanma, soğuk, sıcak hissedilmesi, kullanılamayan kaslardan dolayı vücutta devamlı yorgunluk,çok uyuma isteği, beyindeki plaklardan dolayı kafa karışıklığı, kelimeleri heceleri karıştırma, hafıza zayıflığı, unutma, görme, Koklama, çiğneme, ağız hareketlerinde bozulma gibi duyular da bozulma görülebilir.
      Ancak her hastada farklı semptomlar ve farklı sonuçlar vermesi Ve üstelik de sebebinin hala bulunamaması sebebiyle ben MS i hala bir hastalık olarak görebilmiş değilim. Hastalık dediğin belirli ortak semptomlar verir ve Bunlar tedavi edilir, sebebi bellidir sonucu bellidir.
    MS bir Paraziter hastalık mı?
    Dönelim parazitlere, parazitlerin de ilk vurduğu yer ağırlıkla gözler demiştik, MS te de  ilk başladığında ağırlıkla çoğu hastada Optik nevrit oluşuyor.
   Modern Tıp biliminde bildiğimiz bir şey var, hücreler dokuları ve bakterileri bunların toplamı da tüm sistemi oluşturur. İşte deli sorularda burada başlıyor. Peki ya vücudumuza yabancı olan bakteriler bir araya toplandığında belirli bir sistem oluşturuyorsa ve bir parazit gibi davranıyorsa? Ya da bir parazitin vücutta yarattığı tahribat düzeyinde bir tahribat yaratıyorsa? Öyle ya emesin sebebi parazit olsaydı Doktorlar çoktan bunu tespit ederdi.
     Ya Ms bir sebep değil bir sonuçsa?
   Bu soruyu güçlendiren birçok Kanıt var aslında.
   Bunlardan ilki muhteşem yaratılmış sistemimizin kendi kendine saldırıyor olması gibi ilginç bir tez öne sürülmesi, bu benim için fazla mantıksız.
   İkincisi parazitlerin en çok kolajen ve Yağ bakımından zengin dokuları tercih edip oralara yerleşmesi.  Peki bakterilerde aynı şeyi yapıyor olmaz mı? Ya Dr Natasha Campbell Gaps Syndrome çalışmasının mimarı'nın  öne sürdüğü gibi ne bakteri ne parazit ne de savunma sisteminin kendine saldırması sadece vücutta biriken yüksek oranda toksik maddenin alüminyum cıva ağır metal koruyucu kimyasallar ve bunun gibi.. , karaciğer tarafından daha sonra süzülmek ve vücuttan atılmak amacıyla bir süreliğine vücudun Zengin ya depolarının içine  karaciger tarafindan saklanması ise?  İster parazit olsun ister bakteri ister virüs ister toksik madde, hepsinin ortak noktası da ayni yerlerde bulunmaları ve o bölgelerde tahribat yaratmaları daha mantıklı geliyor.
   Üçüncü olarak da tüm bağışıklık sistemi yani otoimmün hastalıklarda doğru beslenme ile büyük fark yaratan sonuçların alınmış olması. Eğer otoimmün hastalıklar vücudun kendi kendine saldırıyor olması olsaydı düzgün ve doğal beslenen, iyi vitamin ve mineraller ile güçlendirilen bağışıklık  sistemi vücudu iyileştirmek yerine vücudu Teslim almaz mıydı?
   Bağışıklık sistemi nedir vücudun neresindedir?
   Bağışıklık sistemimizin bugün kabul edilmeye başlandığı şekliyle ana üs Komuta merkezi bağırsaklarımız olmakla birlikte tüm organlarımız ve Sistemizdir. Bağırsaklarımız tıpkı bir ağacın kökünün bulunduğu toprak gibidir. Bu sistem çok çeşitli bakteriler bulunup vücudun minerallerinin vitaminlerinin emildiği sentezlendiği, ve gerekli yerlere gönderildiği zengin bir humuslu toprak gibidir. Ve tabi ki toprağın yapısını bozmamak lazım..  Son 30 yıldır, Hayatımızın her yerini işgal eden Kapitalizm ile bunun oldukça zor bir savaşım olduğunun farkındayım, ama insanoğlu ne zaman rahat edebildi ki.. Sanırım hayatın işleyişi bu.

   Fikirlerimi daha çok okumak için diğer yazılarıma göz atabilirsiniz abone olup yeni yeni yazılarımdan haberdar olabilirsiniz.


Sunday, January 21, 2018

Candida dan Kurtulmanın 1001 Yolu


        Candida Albicans bir çeşit Konakçı Mantardır. İnsanların vücudunda ağırlıklı olarak bağırsaklarının içinde yaşarlar. *Fizyolojik olarak insan bağırsak *florasında bulunduğunu söyler modern tıp. Fırsatçı mantarlar olarak ta adlandırılan bu tür bağırsaklarımızda yaşayan diğer bakterilerle birlikte yaşamakta ve vücudumuzun dengesi için çalışmakta olduğu söylenmektedir. Bağırsaklarımız vücudumuzun toprağı ve bağırsak duvarları da kalesidir. Toprağımızda çeşit çeşit bitki ve meyve gibi, besinler sindirilerek, çok çeşitli bağışıklık sistemi hücreleri ve ajanları, vücutta işlevleri olan vitaminler üretilir ve de besinlerden emilir.  Bağırsaklarımızda ki ana bakteriler olarak iyi ve kötü bakteriler olarak adlandırılırlar ve Kandida sıklıkla FIRSATÇI bakteri olarak adlandırılır. Eğer Bağırsaklarınızda ki  artı ve eksi dengesi (iyi-kötü dengesi) bozulursa bu bakteriler fırsatçılık yapar, bağırsaklarımızın içinde sporlanarak çoğalır, daha sonra tahribat yarattıkları incelmiş bağırsak kılıfından/duvarından kan yolu ile vücuda dağılırlar. Yıllar süren kişisel araştırmalarım ile bir çok hastalığın kökünde yatan asıl nedenin bu bakteriler olduğuna şiddetle inanmaktayım. Bu konakçı bakteriler vücutta ki farklı bölgelerde farklı şekillerde tahribatlar yaparlar,örneğin karaciğerlerimiz , beynimiz, sinirlerimiz, ağız içi,makat, örneğin kadınlarda vajina ve rahim gibi farklı bölgelerde de sinyallerini görebilirsiniz. Bilmemiz gereken en önemli şey;  İlk ve en büyük tahribat bağırsaklarımızda olur. Bağışıklık sistemimizin ürettiği savaşçı ajanlarımız örneğin, t hücreleri, antikorlar, antijenler,antimantarlar gibi, bunlarla savaşmaktan bitap düşer, kendilerini tüketirler, ya da bu ajanların üretimi düştüğü için vücutta ki sağlıklı dengeyi sağlayamazlar ve bizde hastalanırız. 

Dünyada ki dengenin tüm sırrı iyi ve kötünün, soğuk ile sıcağın, karanlık ile ışığın akışında yatar. İkinci beynimiz olarak adlandırılan bağırsaklarımızda bu dengeyi sağlayarak sağlıklı bir bedene, beyne ve mutlu bir hayata ve sağlıklı yeni nesillere sahip olabiliriz. Sağlıklı yeni nesil tümcesini özellikle kullandım çünkü artık anne ve baba da ki bağırsak florasının yeni doğan bebeklere aktarıldığı bilinmektedir. Bu da önemli bir not olsun.
Eskiden bu kadar hastalık yoktu! Yada bunlar modern çağ hastalıkları diyorsanız bu yazıyı sindire sindire okuyun.  Peki eskiden neden bu kadar otoümmin hastalıklar, alerjiler yoktu? Peki ya kadınlarımız? Neden çoğunluğu çocuk yapmakta zorlanıyorlar? Neden tüp bebek tedavilerinde patlama yaşanıyor? Neden Anadolunun gürbüz,güçlü ve doğurgan kadınları bu kadar hassas, narin ve hastalıklı kadınlar haline geldiler? Peki ya akıl hastalıkları? Kullanılan depresyon ilaçlarında ki inanılmaz artış? Yorgun ve mutsuz insanlar? Bu kadar çok hastane yapılması, ek birim inşaatlarının durmadan devam etmesi? Bu kadar çok ve devasa hastanelererağmen, hala o hastanelerin tıklım tıklım dolması taşması? Size de mantıksız gelmiyor mu? Beyninizde bir yeri kaşındırmıyor mu?


Devamı yakında..




*Fizyolojik: Doğal beden kimyası, insan vücudunda doğal olarak varolan  anlamında kullanılmıştır. Karşıt terimi “Patalojik” dışarıdan kazanılmış mikrop bakteri hastalık anlamında kullanılmaktadır. Sıklıkla tıbbi test raporlarında karşılaşablirsiniz.


*Flora: Flora ya da bitey bir ülke, bir bölge veya belirli bir yöredeki bitki, mantar ve bakteri türlerinin tümüne verilen ad. Diğer bir deyimle bitki örtüsü. Burada toprak anlamında kullanılmıştır.




Thursday, October 27, 2016

Antalya dan İngiltere Vizesi Alınırken İhtiyaç Duyulan Belgeler ve Dikkat edilecekler..

2016 yılı Kasım Ayı İngiltere Gezimiz için Biletlerimizi aldık, Otel rezervasyonlarımızı yaptık, sıra geldi toplanacak belgelere. Birinci adım UK. Government(İngiliz Hükümeti) Websitesi üzerinden Visa başvurusu yapmak ve formu dikkatlice doldurmak. Formun en sonunda bulunan Ödeme bölümünden Kredi Kartınız ile Ödemenizi gerçekleştirmek. Eğer Vize görüşmenizi İstanbul, Ankara gibi belirlenmiş Şehirlerde yapmacayacaksanız, Konsolosluğun Vize işleri için çalıştığı Teleconference şirketinin belli başlı illerde şubeleri de mevcut. Bu durumda +55 pound fark ödeyerek bu hizmetten yararlanabilirsiniz. Bizim için Uçak biletiyle aynı fiyata geliyordu bu yüzden burada görüşmeyi seçtik. Son açılan sayfada görüşme randevunuz için tarihler ve saatleri seçebileceğiniz bir bölüm mevcut.Yalnız Bizim ki Antalya olduğu için ATSO binasının içinde bulunan ofislerinde görüşmeye gidecektik ve bu ofis sadece 2 haftada bir Perşembe günleri çalışıyormuş. Yani vizemiz kılı kılına yetişti dersem yalan olmaz herhalde. Eğer aceleniz varsa, İstanbul, Ankara gibi bir şehirden randevu alabilir, yada Antalya için  ekstra ücret ödeyerek hızlandırılmış randevu satın alabilirsiniz. Ayrıca Son sayfada randevunuzu seçtikten sonra Teleconference adlı şirketin linkleri veriliyor bu linklerden şirket websitelerine atlayıp buradan Register Yapmanız gerekmekte. Register de sizden bir GWF numarası isteyecek, bu numarayı çıktısını aldığınız vize başvuru dökümanlarınızın ilk sayfasında görebilirsiniz. Register yapmassanız randevunuzda sorun yaşabilmeniz olası imiş bu yüzden eşeğinizi sağlam kazığa bağlayın. eğer hiç bir ek hizmet istemiyorsanız sadece evet'i tıklatarak register'ınızı onaylayın. Pasaportları elden mi kargo ile mi gibi bir seçenek var, Antalya için ne seçtiğiniz pekte önemli dğeil çünkü vize görüşmesine ilk gittiğinizde size UPS kargo formunu doldurtuyorlar. İşin güzelliği o sitede belirtilen ek +30 tl yi ödemeyecek olmanız.. Ofis 2 haftada bir çalışınca sanırım şirket bu masrafı kendi karşılıyor, zira pasaportu ofisten teslim alma seçeneğiniz yok.
Arkası yarın..

EKLEME: Devamını  bunca zaman geçti hala yazasım yok çüünkü çok kıl oldum bu ingilizlere. Uzun lafın kısası vizeyi boktan bir sebep yüzünden alamadık,  bir sürü belge toplayarak, ve direk yüzyüze görüşme yapılmayarak aşağılandık. tatile gidecekseniz başka ülkeye gidin bu domuzlar bizim bir kuruşumuzu haketmiyor. Bunun dışında  illede gitmem lazım diyenler direk büyükşehirlerden başvursunlar ve yüzyüze görüşsünler. burada ki ofislerin ve çalışanlarının  bir  ..ke yaradığı yok..

Thursday, March 10, 2016

Siez Buğdayı

Sağlıklı buğday yani genetiği değiştirilmemiş buğday Kastamonu da hala bulunabiliyormuş! Ülkenin ve Dünyanın %99'u genetiği değiştirilmiş bütün hastalıklara zemin oluşturan modern buğdayı tüketiyor..  Siez buğdayı, ya da siyez nasıl yazıldığını bilmiyorum ama bir şekilde bu buğdaya ulaşmam gerek.. belki yeterince reklamı yapılır ve bir talep oluşursa organik tarım yapan şirketler bu ürünü alıp çoğaltamaya üretmeye başlayabilirler.. Umarım bu çok hızlı olur!

Sunday, March 6, 2016

Bugün Pazar.

                                                                                                                                        06.03.2016
Bugün Pazar.

Saat 3 te bir müşterimle randevum var.

Sonra yoga derslerine bakacağım gidip. Vücudum da ki hamlık, korkunç inergonomik  pegeout arabam, vitese maymun gibi uzattığım kolum,sağ elim fare de, koltukta kambur oturmalarım, bacak bacak üzerine atmalarım, emektar sağ elimi yorarak emek verdiğim mesleki sanatım, bele yüklenen ev temizlik işleri, 3 yazdır adam gibi denize gitmemem, Fizyoterapi masajları, kupa çekmeler, koşu bandı hayallerim bugün size bir başkaldırı yapıyorum. İşyerime yakın bir yoga merkezi buldum, gidip göreceğim bugün.


Hem fiziksel hem de ruhsal bir dokunuşa ihtiyacım var. Mottom TEKAMÜL iste, Hayatımda öyle olmalı.

Saturday, March 5, 2016

2013 te avrupada feveran eden

                                                                                                                                         5.3.2016

 DESIGUAL...
2013 te Avrupada bulunduğum sıralarda sokaklarda galeyan eden desigual çılgınlığını gördüm. Neo-Otantik (yeni-modern-otantik) desenleri ve çizgileriyle Tasarımsal açıdan bana çok itici-iç sıkıcı gelen bu markanın hiçbir şeyini almamaya kendimi şartlamıştım adeta.. Kültürel açıdan anlamsız, tabansız ve saçma salak bulmuştum. Şu İngilizlerin Hint Şal desenlerinin hastası olmasını hiç anlayamadığım gibi.. Daha sonraları orada sıkça duyduğum o nefis kokunun bu markaya ait olduğunu öğrendim. 2014 yılında sevgilim (şimdi ki eşim) bana hediye etti bu kokuyu.. Sonuç mu? Sonuç yine her zaman ki gibi “Hiçbir şeyi Kalıbına göre yargılama.” 

Tuesday, March 1, 2016

Sabahları Makinada demlediğim


                                                                                                                                             1.3.2016

Sabahları Makinada demlediğim çay, (eğer canım çekiyorsa) hepsinden lezzetli. Eşim sayesinde kaçak çay (Seylan çayı) hayranı oldum. Bu deneyim bana her defasında “Yıllarca çöp içmişiz!” dedirtiyor. Küçük bir tavsiye kaçak çayınızın üstüne bir tutam yeşil çay serperseniz, içimi tadı bambaşka bir tazeliğe kavuşuyor.. Eşim bile birkaç defa “hmm.. bu çay çok iyi yahu” demiştirJ

Çaya bakayım..

Oh ne güzel ne çok zamanı var.. hem yazıyor, hem çay demliyor, hayat ona güzel. bu da hiçbir şey üretmden evde oturan hatunlardan dediğinizi duyar gibiyim. Maalesef evet, maalesef hayır..
Hayatım boyunca geçridiğim hastalıklar bana dinlenme hayatını, yatakta zaman geçirmeleri, evde nasıl boş saatlerce hiç bir şey yapılmadan zaman geçirebiliri çok iyi öğretti. Maalesef çünkü bir işim var, işimdeyken bambaşka bir kişiliğe dönüşüyorum, sevimli, enerjik, misafirperver,plan proje dolu,iletişimci. Oysa evde öyle miyim? Hayır hasta,mazbut,asosyal,depresif, tatsız tuzsuz,yorgun biri oluyorum. Ev temizliği adeta işkence haline geliyor. 19 yaşımda hastalandığımda bunun gerçeklerini kabul etmek için çok genç  bir yaştı.. Ama şimdi öyle mi? Yaşım ilerledikçe, vücudum yaşlandıkça ve yıprandıkça hasta olduğumu- sağlıklı insanlar kadar enerjim olmadığını, daha çok dinlenmeye ihtiyaç duyduğumu desem daha doğru olur – kabullenmeye başladım. Son yıllarda çok gücsüz düştüm, Eşimin durumu tam olarak kavrayabildiğini sanmasamda tekrar tekrar aynı cümleleri kuruyorum sevgilimin yüzüne.. “Hayatım, dinlenmem lazım biliyorsun.. – Hayatım, benim  daha fazla uykuya ihtiyaç duyduğumu biliyorsun..”
                2000 li yıllarda Kafa karışıklıkları, unutkanlık, sakarlık, yorgunluk, depresyon, anksiyete, öföriler, çift şahsiyetli, içinde hayalleri ölen,  şehirden nefret eden, artık dağ-deniz-köy evi hayallerini sadece uykularında kurabilen, yaşadığı toplumdan tiksinmiş, ödediği ağır vergiler yüzünden otoriteden bunalmış bir kadınım ben.. Ne yazık ki artık çevremde ki çoğu insanında mutsuzluklarını, çıkmazlarını görüyorum, ve ne yazık ki onları bu çıkmazdan kurtarabilecek bir gücüm olmadığın fark ediyor içime içime üzülüyorum.. Annem.. yalnız bir kadın. Koca bir yalnızlık, arkadaşlar ve kediler ile  “gün geçiştirilen”. Bunu daha iyi gördükçe daha çok sarılmaya başladım ona, daha çok güleryüz göstermeye.. ömrüm boyunca çoğu zaman zıtlaştığım bu kadın değil miydi?  Binlerce defa kalbimi kıran, psikolojik ve fizyolojik şiddet gördüğüm, sadece doğumgünlerimde sarılıp öpüştüğümüz ve fotoğraflara poz verirken sırıtmamız gerektiğini ( mutsuzken mutlu gibi görünmenin anlamı ne) hatırladığım kadın değil mi bu? Hastalandığımda beni sırtında taşıyan annem.  İşyerinde çalışanım yokken beni yalnız bırakmayan annem. Ceyo Terlikli annem.
Babam..
Çok yanlışı, çok doğrusu olan bir adam.. Benim babam.. Dayanağım, kalem.. Ailemizi felaketlere sürüklemiş, içimizi binbir parça etmiş, yanlışlarıyla ve oyunlarıyla bizi ruhsal cinnetlere süreklemiş bu adam benim babam..
Zor günlerimde sığındığım babam, beni açta açıkta bırakmayan, benden vazgeçmeyen, beni itmeyen babam. Kollarını bana açan babam..
Allah ikisinede ömür versin. Hayırlı, mutlu ,sağlıklı ömür versin.

Çay oldu…